Fikret'in yaşayan zihni emrediyordu vücuduna dayan diye. hep böyle yaşamıştı aslında. zihnindeki düşünceler hep sert emirler veriyordu. çevresinde değiştiremiyordu hiçbir şeyi. o zaman, vücuduna hükmetmeliydi büyük bir iradeyle.
aynanın karşısında çok oyalanmadı yine her zaman ki gibi. paslanmış kenarlarındaki belli belirsin koyu kahverengi işlemeler, aynanı yaşını söylüyordu ona. neredeyse aynı yaştaydılar. tıpkı kendi yüzündeki artık paslanmaya yüz tutmuş mimikler gibi ele veriyordu ayna da yaşını karşısındakilere. neredeyse bir solukluk bir zamanda aldı cüzdanını ve anahtarını masanın üstünden. çıktı. ısınma duygusunu unutalı çok olmuştu yaşadığı şehirde. çevresindeki insanlara hep kol kanat geren, koruyan ve ısıtan o sokaklar, onda hep üşüme hissi uyandırıyordu. belki de üşüme değil de yalnızlıktı bu his. nasılsa ikisi de aynıydı ona göre, pek bir fark göremiyordu aralarında. ikisinin de çözümü aynıydı. sınavlarda sayılarıyla oynanmış tuzak sorular gibi... çözüm yolları değişmeyecekti Fikret için... huzur dolu bir ninniden ibaretti cevap.
evinin yaklaşık 30 metre yakınındaki otobüs durağına doğru yürüyordu Fikret. ne hızlı ne yavaş fakat büyük adımlarla yaklaştı durağa. ister istemez süzmeye başlamıştı duraktakileri. işte kırmızı süveterli ve altın rengi kemeriyle, yaz sıcağında bile çizmeleriyle dolaşabilen hatunlardan bir tanesi. elindeki eskimiş pazar çantasıyla akşam ne yemek yapacağını ve de bu yemeği kocasına beğendirip beğendiremeyeceğini sezmeye çalışan orta yaşlı bir ev hanımı. parmakları son sürat sevdiceğine mesaj atan bir oğlan... elindeki defter kitap kalemlik kombinasyonuyla dershane ya da okula yetişmeye çalıştığı aceleci tavırlarından belli olan bir çocuk... işte başlamıştı Fikret yine o sevmediği alışkanlığına. başlamıştı kendinden başka herkese kusurlar bulmaya. bunu nereden öğrenmişti, nasıl edinmişti bilmiyordu. ona göre bu kesinlikle ailesinden gelebilecek bir mirastı. ona kalsa, kendi aklını sürekli açık kalan bir eleştiri ve kusur bulma makinası gibi kullanmazdı. demek ki ona kalmıyordu bu -bu sonuca çok daha önceleri varmıştı-. ne arkadaşları ne sevgilileri ne ailesi... hepsine söyleyecek bir sözü olan ama asıl hedefi kendi olması gereken bir zavallıydı kendi gözünde...
bence bu bloglara da facebooktaki gibi "like" seçeneği eklenmeli... hemen her yazıdakine tıklardım ben öyle bi seçenek olsa :) Ama bu sonuncusu, özellikle de sonu, çok güzel ve düşündürücü ve iç yakıcı olmuş...
YanıtlaSilElif