"şu an saat sabahın 4'ü. içimden gelen tek şey sana sarılmak. sana sarılmak ve ağlamak, gülmek, ağlamak, gülmek... karar verememek. sabah güneş doğana kadar bu kararsızlıkta uyuyakalabilmek. ve sonra güneşin doğuşunu, pencereden, uzak bir köşeden değil; aksine tam karşısından izlemek, gözlerinden..."
hızlıca buruşturdu bu acemice aşk mektubunu. yeni birine başladı...
"klavyem çalışmıyor. - teşbih-i beliğ,lisede öğrenmişti ne olduğunu- sanki her tuş 'backspace' oluvermiş; yazmıyor da siliyor... ne yazsam görünmüyor. hayat da böyle görünüyor gözüme, boş bir sayfaya yazmaktan öte, bir dolu karalamadan güzel bir metin çıkarana kadar silmek, bu karışık sayfaya çeki düzen verebilmek... sendin bunu yapan..."
hayır bu da neydi böyle. zihninin hiç bu kadar rahat olduğunu fark etmemiş ve buna sevinmişti belki Fikret ama bu yazdığı da bir aşk mektubundan çok Platon'un mektuplarına benzemişti. Fakat bir önceki mektubun makus talihi gibi olmamıştı bunun ki, usulca katlayıp masasının kenarına koydu. bu fikirleri başka bir yerde lazım olacaktı, unutmamalıydı - nerde lazım olacaksa-.
denemeye devam...
"yalnızlık insanın sadece kendisi yaratıp kendisi çözebileceği bir denklemden ibarettir. sigara içmek ya da top koşturmak kadar doğaldır. önemli olan yalnızlığa neden olan bilinmeyenleri tespit edip, buna uygun kişiyi o an yanınızda bulabilmektir..."
"hayır!!" kafasını masaya vuruyordu artık sertçe. artçı şoklar halinde başlayan fakat şu an iyice şiddetlenen bir depremi andırıyordu bu kafa kırma çabası. aşk mektubu değildi yazması gereken! hayatını onunla paylaşmaktan büyük bir keyif alıyordu Fikret ve aşkı bir pizzanın üzerindeki kaşar peynirleri gibi eriyip gidiyordu bu hayatın içinde. ikisinin içinde... elinde tuttuğu dilim pizzadan kopmuştu ama biliyordu ki; ikisine de bu pizzayı güzel yapan şey içindeki o eriyen kaşar peynirleriydi.
yine başlamıştı saçmalamaya artık farkediyordu. öncekilerden tek farkı, bunun sevildiğini bilmesiydi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder