Fikret'in bakışları bomboştu. bakıyordu işte, takılmıştı müziğe, takılmıştı sözlere. o kadar çok dinlemişti ki aynı şarkıyı; aynı hikayeyi... o hikayenin yaşandığı mekanda o kadar çok bulunmuştu ki... "işte karşıda parlak ışıklarıyla kocaman bir cadde. gecenin geç saatine rağmen aynı hırs ve coşkuyla akan trafik... ancak sarhoşların karınlarını doyuracak kadar ucuz olan küçük büfeler. büyük büfeler... ve zaman... akmasın dedikçe akan, solmasın istedikçe solan bir gülden çok farksız değildi. belki başka bir mevsimde yeniden açacak o gül gibi, zaman da aktıkça yeni güzelliklere gebeydi o gecede. ama ne Fikret farkındaydı bunun ne de zaman."
sahne daha da buğulanmıştı gözlerinde. ağlıyordu, ama içinden. bu duyguyu hissetmesi için gözyaşlarına ihtiyacı yoktu.
"kenetlenmiş ellerin ve vücutların sıcaklığıydı şimdi yüzüne vuran. küçük bir öpücüğün büyük devletler yıkabileceği bir dünyaydı orası. farklı bir farklılık vardı. acemi bir tangocunun partnerinin ayağına basmamak için uğraşması kadar saf ve zordu bir şeylerden kaçmak. onlar da kaçmadılar zaten... hem saflıktan yana oldular, hem de zorluktan."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder