9 Ekim 2009 Cuma

bölüm dört-buçuk

"her telefon çaldığında yada mail kutusunda yeni bir mail gördüğünde, "acaba?" demek. hep bir telaş ve heyecan içerisinde kaybolmak... saatlerce o telefonun yanında beklemek ve düşünmek neden çalmadığını. merak ediyorum hayat herkes için böyle mi? ve daha da kötüsü soramıyorum insanlara, utanıyorum... aslında bir yandan iyi; geçen her anın farkında oluyor insan, bir bekleyiş; insanı her anın farkında olmaya mecbur bırakanından. bir yandan da kötü tabii. bu geçen her anın ne kadar "onsuz" olduğunun farkında olmak. elin kolun bağlı beklemek fütursuzca. utanmadan, sıkılmadan ve bıkmadan, kamp kurmak o umuda. hatta ateş yakmak, belki görür de gelir diye... başka insanlarla paylaşamadığın bu bekleyişte belki de en kötüsü; işte dediğim gibi, yalnız olmak. belki bir paket sigara yada birkaç biranın dostluğuna güvenmek. tabi onlar da ne kadar güvenilirlerse. her seferinde yeni bir şişe ve yeni bir paket. yeni tanıdığın bu dostların yanında ne kadar huzurlu olabilirsen, işte o kadar huzurlusun. insan pek itiraf edemez ama bu gibi durumlarda -her ne kadar paylaşamasa da- birinin bir şeyler konuşmasını, söylemesini bekler. o anki dostlarını işte, dilsizdirler. sizi dinlediklerinden bile şüphe edersiniz ama başka şansınız da yoktur. arada dışarı çıkarsınız, tabi elinizde sıkı sıkıya tuttuğunuz telefonda, çalarsa hemen açabilmek için. gökyüzüne bakarsınız... yıldızlar da dostluk ederler size ama ancak yıllardır görüşemediğiniz, uzaktaki eski bir dost kadar. "güneşin" o içinizi ısıtan sıcaklığını bulamazsınız. merak edersiniz... sürekli bir "acaba" var kafanızda, söküp atamazsınız. atsanız da yenisi gelir hemen, hiç uğraşmayın boşuna. bu seferki "acaba"; ne yapıyor acabanın acabasıdır. beni düşünüyor mu diye merak edersiniz...
insan iki yüzlü bir varlık her ne kadar inkar etsek ve kendimize yakıştıramasak da. aslnda bu yarattığımız acılı tabloyu isteriz bir yandan da. hatta istemekle kalmaz "o" da bilsin isteriz. bir taraftan da bunun bencillik olduğunun farkındayızdır. işte o an sıkışır kalırız düşüncelere...
anlam veremediğimiz bu boyun eğişi sorgulamaktan vazgeçer, yeni dostlar ediniriz tekrar. yeni bir bira şişesi ve yeni bir paket sigara. emrimizde bir orkestra kurarız, en derin acıların ve en büyük özlemlerin sonatlarını çalarlar bir yandan. acaba herkes benim gibi ilgiye aç mı diye sorarız kendimize. yine bir "acaba" daha işte... ah siz "acabalar" yok musunuz?
kafanız iyice bulanır sonra. aklınıza şiirler, şarkılar gelir ve siz istemeseniz de coşkulu bir bando gibi çalarlar marşlarını. "saat 4 yoksun" açılış parçası. sonrasındaysa "bekledim de gelmedin" diye fasıl tutturursunuz kafanızın içinde. onur konuğusunuz bu programın, öyle hemencecik kalkamazsınız. sahneden "coşkun sabah" iner bir yandan, ve diğer yanda hazırlanan "emel sayın" hiç aksatmadan başlar söylemeye...
durduramazsınız...
durduramam..."

-Fikret'in günlüğünden...-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder