13 Ağustos 2009 Perşembe

siper

en sevdiğim çalıyor yine, ben yoruldum pianonun başında, bilgisayara bıraktım, hem o daha iyi chopin yorumluyor. çok uğraştım ama umarım bu sefer başarılı olur... her şeyin güzel gittiğini düşündüğünüz anlarda, bir anda moralinizi sıfırlayan bir şey kıskançlık ve evet ben de unutmaya çalışıyorum kafamda kurduğum bu farazi düşünceleri. bu yüzden oturdum pianonun başına ve bu yüzden kalktım. hem vücudum da benden yana değil bugün. o da şaşırmış damarlarımda alkol değil de kafein dolaştığından. o yüzden tek başıma kaldım bu cephede. şu an uykuda düşman biliyorum. beni bekliyor. uykumun gelmesini ve iyice zayıf düşmemi bekliyor.

ben dolunayı güneş yaptım kendime, ayın evrelerini de sabahımın habercisi. akşam diğer insanların güneşi gittiğinde bulmaya başlıyorum kendimi. insanlar genelde karanlıkta birşeyler sakladıklarından kendilerini iyi hissederler. kimisi yüzünü saklar kimisi iç yüzünü. bense eksikliklerimi değil kabiliyetlerimi saklıyorum dış dünyadan. ne zaman kazanmaya oynasam karşımdaki hep kaybetti. ne zaman kazanmaya oynasam başkasına zarar verdim. bıraktım kazanmaya çalışmayı. ben kazanırken başkalarını incitmemeliydim. bu yüzden saklıyorum kendimi. kötü değil aksine iyi olduğum için.

şimdi biliyorum ki düşman yaklaşmaya başlıyor yeniden. hissediyorum. ve korkuyorum ona karşı savaşmaktan. biliyorum istersem kazanırım, galip gelmek çocuk oyuncağı. ama ben büyüdüğümü hissediyorum artık. ve korkuyorum yine üzeceğim belki birini. ben kazanırken yine birisi kaybedecek. yine birilerini kaybedeceğim bu uğurda. hayır değmeyecek yine kazandığıma biliyorum. savaşmayacağım. teslim olacağım. yenileceğim, karar verdim buna. galipken çekilen acılar daha zorlu olacak biliyorum. kaybedip de çekmeliyim acımı. kaybederek bulmalıyım kendimi...

yıllar geçti, hala umutluyum. bugün kıskançlık kazanacak biliyorum. yarın belki başka bir şey ya da başka biri. ama umutluyum dedim ya. kaybedeceğim inadına...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

anı

şarkıda böyle diyor,yoksa ben uydurmadım bunu; "o senin bir anının, benim ömrüm olduğunu..." diye. üfff anlaşılan yine uyku tutmicak, bi süredir olduğu gibi. ve eski yeni bir çok anı gözümün önüne gelecek genelde acı olanlarıyla. mesela... para çekmek için çıkmıştım ya da fatura yatırmak için bilmiyorum- sanırsam 1yıldan biraz fazla oluyor-. ziraat bankası'nın önüydü. sıra beklerken babamı aramaya karar verdim. hem sıra geçecekti hem de öyle işte neden bilmiyorum aramak geldi içimden. genelin aksine iyi bir konuşma geçiyordu. kızgınlık ya da sitemler azdı o gün,şansıma. elimde telefon bankanın dışında dolanırken farkettim camlardan görüntümün yansıdığını. ve asıl farkettiğim daha da acı birşeydi. sanırım 1,5 aydır hiç aynaya bakmamıştım. yüzümü unutmuştum. sakallarım iyice uzamıştı, yeni kestirdiğim saçlarım - evet o ilk kestirdiğim zamandı- artık yavaş yavaş kıvrılıyorlardı. mümkün müydü kendimi unutmam bu kadar? aslında soru saçma oldu demek ki mümkünmüş baksanıza. o gün aklıma her geldiğinde düşünüyorum, başka birini sevmek -aşık olmak bu bahsettiğim=) - neden hep kendimi unutturuyordu bana? ben bile kendimi hatırlamazken başkalarının beni hatırlamasını nasıl bekliyordum bilmiyorum. ve en acısı da belki başkalarının da bunun farkında olamaması. ben olsam kesin anlardım bendeki bu unutmuşluğu diyorum hep. anlardım ve düşünürdüm. anlardım ve sorardım... en önemlisi de şunun farkına varırdım eğer o zamanlar başka biri olup bunu görebilseydim... beni böyle mahveden tek şey bu değil mi?

11 Ağustos 2009 Salı

zor

oturuyorduk yine. üstümüzden o saçma yükü atmaya çalışıyorduk. evet bendim hatalı olan,bunu ben yaptım. bana ağır gelmişti belki sana da yıktım,ya da belki beraber bir ev oluruz diye düşünmüştüm - yok yok ikincisi- . ben artık içmicem dedikçe daha çok sigara yaktığımı farkettim. aslında hiç birşey yapasım yoktu. sadece biri olasım vardı. kötü arkadaşlıklar kurmayan bir insan olmak istiyordum,ki en yakın arkadaşlarım -sadece dumanı tüten o uzun çubuk ve köpüğüyle karşımda sürekli seni kızdıran soğuk ve büyük bardak- ağızları olsaydı bana çok kızarlardı bunu söylediğim için. artık kelimelerle değil tabağımızdakilerle iletişir olmuştuk. susalım diyorduk adeta birbirimize. sonra kalktık. yürüdük, yürüdük, yürüdük... ayaklarım çok uzadı bu yürüyüş dedikçe beynim karşı çıkıyordu daha yeni kalkmadık mı diye? beğenmediğimiz neydi o sıra. ya çok fazla beraber olmak istiyorduk ya da çok fazla beraber olmamak. buna karar veremiyorduk oturup kalktıkça; sürekli ordan oraya gittikçe.

ve zaman geliyordu. zamanı korkarak da olsa saçlarına ellerimi götürerek öğreniyordum; ordan okuyordum yine ellerimle. ve bana sarılan sen, adeta sabahları bir kaç kere ertelemek üzere kurduğum çalar saatimin görevini çalmıştın o sıra. ertelemek için ellerini tutuyordum her seferinde, ne kadar kaçmasa da ellerin ikimiz de biliyorduk ki uyanma vakti yaklaşıyordu. son kez yudumladığımız biralardan mıydı bu sarhoşluk, yoksa bu uyanmak istemediğim rüyadan mı bilemedim.

işte geldi vakti. uyku mahmurluğuydu sanki üzerimdeki bu salaklık hali. çok uyuduğumu düşünmemiştim ki hep öyle gelmez mi insanlara? güzel rüyalar, rahat uykular hep az gelir gözümüze. çocukken yapılan o aptal şakalar şimdi çok gerçekçi geliyordu, ellerini ellerime yapıştırmak istedim 404le belki bi ihtimal ayrılamayızdı... ... ... ... ... ... ayrıldık işte. artık çok özlemeyip çok unutma vaktiydi bana kalan ve boş vakitlerimde de hayatıma devam edebilirdim belki -umarım çok fazla boş vaktim kalmazdı- . o 4 tekerlekli canavarın beni yutmasına izin verdim sonra. önce o canavar yuttu sonra onu uzun bir yol ve onu da kocaman bir şehir. o eski tekerleme gibi aynı; ağaç nerde? balta kesti, balta nerde? suya düştü.... hani şu sonunda ağacın yanıp bitip kül olduğu var ya..?

10 Ağustos 2009 Pazartesi

geldim.

kime karşı ki bu kin,bu nefret? neyin acısını çıkartıyorum ki? insan olmanın zorluğu bu mu, istediğimizde bırakıp atamıyor muyuz kuyruğumuzu bir kertenkele gibi? ve yaşıyoruz bu kuyruk acısıyla...

ellerim gezemiyor çıplak vücudunda. sen değilsin soğuk olan benim. sana ait değil o eller bana da ait değil. hatırlıyorum daha dün başka bir eli tuttuklarında çok sıcak olan ellerimi. anımsıyorum bana hissettirdiklerini. eğer ortaokulda filan olsaydım belki hiç yıkamamak bile isterdim. şimdi ne haldesiniz...

ya da şu tat almayan dudaklarım.

ve bedenim sanki dün bir mengenedeydiler, ama sıkıldıkça daha fazlasını isteyen ondan kopamayan bir mengene,bir vücut...

ona baktıkça gülen yüzüm gülmüyor şu an. kimseye de bakası yok neden bilmiyorum.

ve kalbim o an ki gibi atmıyor... uzun zamandır kaybettiği heyecandı belki o bulduğu ama şu an ağlıyor kaybettiği için...

"ve aklım her zamankinden de çok çalışıyor,sorası geliyor herşeyi. bak sorası dedim sorgulayası değil. öğrendi çünkü sorguladıkça daha çok boka battığını. ya da öğrenmedi de numara yapıyo çakal!! çünkü hala merak ediyor o burnundaki sivilce ne oldu. ya da saçların hala jölesiz şekil almıyor mu? ya da ne bileyim işte..."

ya da bu sabah yine o erken saatte mi uyanacaksın? ya da karşımda mı? yok yok karşımda değil bunu biliyorum... bilmesem ya...

jeff abi ve şarkısı.

sizi bilmem ama ben hep şarkıların bana yazıldığına inanmışımdır. küçüklüğümden beri, hep bir anımı bir olayımı anlatır bütün şarkılar,zaten öyle olmayanları da dinlemem sanırım. şimdi bir tane buldum sanırsam!! her ne kadar bana ait olmasa da bu şarkı playlistin saatlerce tek başına çalma adayı şu sıralar kendisi. neden böyle bilmiyorum? belki çok deliyim, belki demin evime gelirken karşı kaldırımda gördüğüm "düş perisi xxx seni çok seviyorum" şeklindeki duvar yazısından öteye de gidememiştir aşkımız ama bildiğim tek şey buna mecbur olarak ve kendini telkin ederek saatlerimi geçirmek bu şarkının başında... bana ait olmadığını bile bile... o zaman işte geliyor

Jeff Buckley- forget her....

"...don't fool yourself
she was heartache from the moment that you met her
my heart feels so still
as i try to find the will to forget her somehow
oh i think i've forgotten her now..."

köle-kral

Sanırım hepimiz mutluluğun kölesiyiz. Paranın filan değil. Mutlu olabilmek için – ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun- ne cesurluk kalıyor bizde ne de dostluk ne de başka bir şey. Harcıyoruz ne var ne yok. Aklımıza bile gelmiyor bazen. Bazen dürüstlük denilen maskeye sığınıyoruz. Dürüstüz güya hatta cesuruz da. Doğruları söylediğimizde acı çekeceğimizi filan sanıyoruz – ki bu da diyeti bize göre- ama farkındayız ki o acıları içimizde saklamaktan kaçıyoruz çoğu zaman. Biliyoruz aslında her ayrıntıyı. Biz düşünmezken bile çalışıyoruz beynimiz o küçük ayrıntıları hesaplamak için. Ama biz beynimizi bunları saklayabilmek için kullanıyoruz. Yine kendi içimizde olan aklımızda yine aynı aklı kullanarak saklanmak. Ne zekiyiz ama!!! Ve sonunda tesadüfler belki bizi hala mutlu edebiliyor. Tesadüfler belki iki kişini ortak mutluluğu, bu çıkarların kesişmesi yüzünden hala hayattayız. Mutluyuz(!).

Düşünmeden edemiyorum acaba karşımızdaki hiç gerçekten düşündük mü? Kolaya kaçıp üstünkörü bir cevapla “ eh tabii ki” diyebiliyoruz belki ama? Ya öyle değilse? Ya da asıl soru şimdi geliyor; karşımızdakini düşünerek mutlu olamıyor muyuz? Mutlu olamaz mıyız belki de asıl doğrusu? Gerçekten de hiç çıkarımız olmadan bir fedakarlık yapar mıydık, ya da dürüst olduğumuzda işin arkasındaki korkaklık ve mutlu olma arzusunu yendiğimiz olmuş mudur hiç? Oldu mu?

ikiyüzlü bir cesaret bizimkisi,ikiyüzlü bir fedakarlık... ikiyüzlüyüz... ama karar verdim ben,sonradan, olmayacağım ben, ikiyüzlü..!!!

kaçış.

"...Belki de anlatmalıyım diye düşündüm,babama. Onların istedikleri gibi bir adam olamayacağımı, değil bir adam, yanlarında kaldığım takdirde bir insan olarak yaşayamayacağımı anladığım için ve benim zavallılığımı, işsizliğimi her gördüklerinde kahrolacaklarına, yok olduğum için bir defaya mahsus kahrolmalarını tercih ettiğimi söylemeyi düşündüm. Bu, genel olarak, evden kaçış nedenimdi. Okulunu bitiremeyecek, askerde büyük sorunlar yaşayacak, kalabalık içinde yatıp kalkamadığı için her gün ya dövecek ya dövülecek, evlenemeyecek, hiçbir işte çalışamayacak, düşüncelerinin hiçbiri gerçekleşmediği için alkole gömülecek bir insan olacağımdan emin olduğum için ve ailemin böyle bir evladın varlığına yapacakları tanıklığın yaratacağı acı sonsuz olacağı için ortadan kaybolmuştum..."
Hakan Günday

şimdilik bir devamı yok bunun... bilmiyorum kayra mıyım kinyas mı?

nokta.

...Bu doğru. Belki de uygarlık dışı davranıyorum. Özür dilerim. Ama bence sana ne oluyor, söyleyeyim. Yalnızsın ve zihnin karmakarışık. Birinin sana sarılıp seni avutmasını istiyorsun. Batı kültüründen geldiğin için bunu nasıl isteyeceğini bilemiyorsun. Bu yüzden pazarlığa girişiyor, sarılmaya karşılık seks vermeyi kabul ediyorsun. Batılı kadınlar hep yapar bunu. Çünkü karşısında yalnızca Batılı erkekleri bulabilir. Onların da sosyal ilişki kavramları kısırdır. İlle de seks isterler...
Trevanian...