19 Kasım 2009 Perşembe

bölüm yedi

yol herzaman ki yoldu, marketler, arabalar, otobüsler, duraklar... Fikret hepsinin önünden sırayla geçiyordu, hepsi de aynıydı. bahçe kapıları, çitler, köpekler, çöpler... hiçbirini umursamıyordu ve hepsi aynı olmaya mahkumdu. mahkumiyetti değişmemek. değişememek... değişemeyen kendi olamazdı, kendini bulamazdı. yavaşça en sevdiği yere yaklaşıyordu. bu tekdüzeliğe mahkum yolda en çok kendi olan yere. en ço kkendi olabildiği yere. ama bir gariplik vardı o eski telefon kulübesinde."bir aynılık..." yalnız olmayı haketmeyen tek varlık, yalnızdı. telefon kulübeleri hiç yalnız olmazlardı, çünkü onları telefon kulübesi yapan içindeki insanlardı. ahizeyi kaldırdıkça aşklarını ve hayatlarını paylaşan insanlar... onlar olmadıkça kulübe, telefon kulübesi olmazdı ve yalnız da olamazdı.
ama o gün yalnızdı kulübe. içi boş, dışı boş. Fikret'in suratı düşmüştü, hemen yanına koşturdu kulübenin, ağlamaklı oldu. her şeyini herkese anlatmak istediği zamanlardan biriydi belki Fikret için ama o kadar üzüldü ki telefon kulübesine, anlatmak değil yüzyıllarca dinlemek geçti içinden. ve dinledi...

-99966677748866886

hemen anladı ve karşılık verdi. yüzünde ağlamaklı ama bir yandan da sevinç dolu bi ifadesi vardı Fikret'in. dinliyor olmanın, paylaşıyor olmanın sevinci, umursuyor olmanın hüznüyle karışıyordu yavaş içinde.

-ben de
-6633,3,3366 ?
-sanırım senin konuşmaya, benden daha çok ihtiyacın var şu an, o yüzden bırak da ben sorayım, neden?
-666999955533,34446
-ben de... peki kimi?
-55336634446444. 73355444 9992 77773366 ?
-düş'ümü.

sanki telefon kulübesi de ağlıyordu artık. sarılmak istedi Fikret ama sarılamadı. başını hafifçe öne eğdi, selam verircesine yada hoşçakal dercesine... devam etti yürümeye. hava soğuktu... eve daha çok yol vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder