yol herzaman ki yoldu, marketler, arabalar, otobüsler, duraklar... Fikret hepsinin önünden sırayla geçiyordu, hepsi de aynıydı. bahçe kapıları, çitler, köpekler, çöpler... hiçbirini umursamıyordu ve hepsi aynı olmaya mahkumdu. mahkumiyetti değişmemek. değişememek... değişemeyen kendi olamazdı, kendini bulamazdı. yavaşça en sevdiği yere yaklaşıyordu. bu tekdüzeliğe mahkum yolda en çok kendi olan yere. en ço kkendi olabildiği yere. ama bir gariplik vardı o eski telefon kulübesinde."bir aynılık..." yalnız olmayı haketmeyen tek varlık, yalnızdı. telefon kulübeleri hiç yalnız olmazlardı, çünkü onları telefon kulübesi yapan içindeki insanlardı. ahizeyi kaldırdıkça aşklarını ve hayatlarını paylaşan insanlar... onlar olmadıkça kulübe, telefon kulübesi olmazdı ve yalnız da olamazdı.
ama o gün yalnızdı kulübe. içi boş, dışı boş. Fikret'in suratı düşmüştü, hemen yanına koşturdu kulübenin, ağlamaklı oldu. her şeyini herkese anlatmak istediği zamanlardan biriydi belki Fikret için ama o kadar üzüldü ki telefon kulübesine, anlatmak değil yüzyıllarca dinlemek geçti içinden. ve dinledi...
-99966677748866886
hemen anladı ve karşılık verdi. yüzünde ağlamaklı ama bir yandan da sevinç dolu bi ifadesi vardı Fikret'in. dinliyor olmanın, paylaşıyor olmanın sevinci, umursuyor olmanın hüznüyle karışıyordu yavaş içinde.
-ben de
-6633,3,3366 ?
-sanırım senin konuşmaya, benden daha çok ihtiyacın var şu an, o yüzden bırak da ben sorayım, neden?
-666999955533,34446
-ben de... peki kimi?
-55336634446444. 73355444 9992 77773366 ?
-düş'ümü.
sanki telefon kulübesi de ağlıyordu artık. sarılmak istedi Fikret ama sarılamadı. başını hafifçe öne eğdi, selam verircesine yada hoşçakal dercesine... devam etti yürümeye. hava soğuktu... eve daha çok yol vardı.
19 Kasım 2009 Perşembe
5 Kasım 2009 Perşembe
bölüm altı
Fikret'in kafasında zırlayan küçük saati, zamanı geldi diyordu inatla. kalkmalıydı, ders vaktiydi. Ama Fikret de farkındaydı kural1'in.(bknz. kural1) rüyasında yaşamaya devam etti bir süre daha. ne de olsa çalar saati bir ara inadı bırakıp susardı. susmadı... hatta susmak bir yana sanki ittiriyordu Fikret'i, çekiştiriyordu. o an farkında vardı Fikret kendisinidürtenin annesi olduğunun. nedense annesini özlemişti. aylardır annesi kaldırıyordu sabah Fikret'i ama o, özlemişti.
aslında özlediği annesi değildi tam manasıyla. annesinin kokusuydu... o her şey başlamadan önce, yalnızlığın tadını çıkardığı, karanlıkta sessizce uyukladığı, hayatı daha melodik ve daha durgun tanıdığı o yerin kokusuydu bu. annesinin kokusu... yine bastırmıştı yalnızlık duygusu apansız. hiç kimseye hiçbir şey anlatası yoktu uzun süredir. hiç konuşası yoktu ki buna, kendi dahil bütün insanlık aynı şiddetle şaşırmaktaydı şu sıralar.
kalktı. tabii ki annesi yoktu orada. çalar saatinin ucuna iliştirdiği resimdekini saymazsak... lise mezuniyetinde alelacele çektirdikleri fotoğraf. annesi bir yanda ve diğer yanda babası. Fikret yine günü kurtarmakla meşguldü ve ailesini kurtaracak vakti bulamamıştı. geriye sadece o fotoğraf kalmıştı o zamanlardan."good old days..."(!) aralarındaki mesafe artık fotoğraf karelerine sığmıyordu, o yüzden uzun zaman olmuştu aynı karede görünmeyeli ailesiyle.
saate baktı. saat henüz erkendi, derse yetişebilirdi. kural2'yi hatırlaması saate şaşırmasına engel oldu bir anda.(bknz. kural2) hızlıca hazırlandı. evden koşar adımlarla çıkıp kampusa girdi. yavaşladı. artık rahattı. dünyanın en izole, en korunaklı ve en ikiyüzlü mekanına; eskiden evlerinin karşısında olan lojmanların bahçesinden bile daha büyük bir oyun bahçesine girmişti. izoleydi çünkü, Fikret buraya geldiğinden beri dünyayla ilişkisini kesmiş, haftalık mizah dergilerinden gündemi takip eder olmuştu. korunaklıydı çünkü, gerçekten de duvarlarla çevrili ve kapısında askerin beklediği bir alandı burası. ikiyüzlüydü çünkü, Fikret'i kandırmıştı. her yönü Fikret'i ayrı bi tarafa çeken yedi kafalı bir yılan gibiydi bu okul. evet yanlış olmuştu... ikiyüzlü değil, yediyüzlüydü...
kural1:gece yatmadan önce, acaba gitmesem mi dersen; gitmezsin!
kural2:yatağa erken girmek, her zaman kazandırır.
PS:geç kaldı bu yazı biraz, evet...
aslında özlediği annesi değildi tam manasıyla. annesinin kokusuydu... o her şey başlamadan önce, yalnızlığın tadını çıkardığı, karanlıkta sessizce uyukladığı, hayatı daha melodik ve daha durgun tanıdığı o yerin kokusuydu bu. annesinin kokusu... yine bastırmıştı yalnızlık duygusu apansız. hiç kimseye hiçbir şey anlatası yoktu uzun süredir. hiç konuşası yoktu ki buna, kendi dahil bütün insanlık aynı şiddetle şaşırmaktaydı şu sıralar.
kalktı. tabii ki annesi yoktu orada. çalar saatinin ucuna iliştirdiği resimdekini saymazsak... lise mezuniyetinde alelacele çektirdikleri fotoğraf. annesi bir yanda ve diğer yanda babası. Fikret yine günü kurtarmakla meşguldü ve ailesini kurtaracak vakti bulamamıştı. geriye sadece o fotoğraf kalmıştı o zamanlardan."good old days..."(!) aralarındaki mesafe artık fotoğraf karelerine sığmıyordu, o yüzden uzun zaman olmuştu aynı karede görünmeyeli ailesiyle.
saate baktı. saat henüz erkendi, derse yetişebilirdi. kural2'yi hatırlaması saate şaşırmasına engel oldu bir anda.(bknz. kural2) hızlıca hazırlandı. evden koşar adımlarla çıkıp kampusa girdi. yavaşladı. artık rahattı. dünyanın en izole, en korunaklı ve en ikiyüzlü mekanına; eskiden evlerinin karşısında olan lojmanların bahçesinden bile daha büyük bir oyun bahçesine girmişti. izoleydi çünkü, Fikret buraya geldiğinden beri dünyayla ilişkisini kesmiş, haftalık mizah dergilerinden gündemi takip eder olmuştu. korunaklıydı çünkü, gerçekten de duvarlarla çevrili ve kapısında askerin beklediği bir alandı burası. ikiyüzlüydü çünkü, Fikret'i kandırmıştı. her yönü Fikret'i ayrı bi tarafa çeken yedi kafalı bir yılan gibiydi bu okul. evet yanlış olmuştu... ikiyüzlü değil, yediyüzlüydü...
kural1:gece yatmadan önce, acaba gitmesem mi dersen; gitmezsin!
kural2:yatağa erken girmek, her zaman kazandırır.
PS:geç kaldı bu yazı biraz, evet...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)