delilik. Fikret bulmuştu kendine bir yer bulamamasının nedenini. delilere eskiden de yer yoktu bu toplumda. şimdiyse evde beslenen sibirya kurtları gibi hastanelerde vakit geçiriyordu deliler. onun da yeri yurdu yoktu işte. yaşamaya çalışmak değildi amacı. kendine ait olabilmekti. durup durup kendini boşluğa atma hayallerini bu yüzden kuruyordu. hayali boşluklarda geziyordu işte bu yüzden. kafası çarptığında o yere, nasıl hissederdi merak ediyordu. bu yüzdendi sıkça kafasını vurması duvardan duvara. dakikaları saymazdı, günlere bakmazdı... duvarları sayardı. "kaç duvar oldu, kaç duvar daha kaldı kafamı vuracak."
çocukça zamanlar geçirmeye hasret ama bir o kadar da o zamanlardan bunalmıştı. bir insan hem elinde silah tutup hem de kaydıraktan kayamazdı. ya kayacaktı ya vuracak. çözümsüzlükten daha iyi olmak adınaydı Fikret'in bu yaptıkları. her çocuk parkında başka birini deniyordu. birinde kayıyordu, diğerdindeyse...
21 Şubat 2010 Pazar
11 Şubat 2010 Perşembe
bölüm dokuz
işte geliyordu karşıdan. Fikret her ne kadar saymaya çalışsa da içinden, yetişemiyordu nabzının hızına. uzun elbisesinin içinde rengarenkti. bir tabloya benzetiyordu Fikret onu, baktıkça eskimediğini düşündüğünden. yaklaştı iyice. selam verircesine gülümsedi, yanına değil belki ama yakınına oturdu Fikret'in. artık ona düşeni yapmış olmanın rahatlığıyla gülümsüyordu etrafına. Fikret'se tam tersine artık sıranın kendisinden olduğunu bildiğinden, dudaklarının kuruduğun hissediyordu son bir kaç dakikadır. "selam pelin" diyemezdi. omzuna yavaşça dokunup "n'aber bugün nasılsın?" hayır bu da olmazdı. belki de direk başlamalıydı konuşmaya, nefes almayı unuturcasına ardarda sıralamalıydı cümlelerini. "biliyor musun sesin çok güzel senin, burda arkanda oturuyorum haftalardır ve çok memnunum bundan. aslında kendin de çok güzelsin. yani insan olarak demek istemiştim. sakın yanlış anlama. hem düşündüm ki..." hayır hiç birşey düşünmemişti. bu cümleler değildi o zaman doğru olan. ama neydi?
pelin ise her şeyden habersizdi bu sırada. belki de biliyordu herşeyi, anlıyordu ama bunu göstermek istemiyordu. farkındaydı Fikret'teki heyecanın. konuşunca, sesinin nasıl da titrediğini anlıyordu. ama korkuyordu belli ki. ya öyle değilse... istemiyordu bu sorunun cevabını bilmek. sadece dinlemek istiyordu bu kendi kendine titreyen, heyecanlı sesin anlattıklarını. bekliyordu...
hoca gelmişti sınıfa. ayten hoca çok sert olmayan ama suratsız diye tabir edilebilecek bir kadındı. ifadesiz bir suratla etrafına bakındı ve Fikret'e döndü:
- yavrum neden ayaktasın, geç arkadan sandalye al ve öne çek
-ben böyle iyiyim hocam.
bu savaşı kaybetmemeliydi Fikret. bir yandan sesinin titremesini engellemeye çalışıyor bir yandan da bir dahaki ısrara karşılık nasıl bir cevap verebileceğini düşünüyordu. iyi hesap yapmalıydı.
-oğlum hadi gitsene ayakta ders mi olur?
-hocam iyiyim ben, burda dururum, böyle, bu şekilde...
iyi gitmiyordu. ama farkında da değildi. biraz daha dik durmaya çalışıp güçlü olduğu imajını vermekle meşguldü o sırada Fikret, savaşın bittiğini anlayamamıştı...
-hadi oğlum git al sandalye seni mi beklicez, kızdırma beni...
olmamıştı. yenilmişti. hayata karşı ilk yenilgisiydi bu. neden yenildiğini anlayamamıştı, cevapları bulamamıştı. belki sadece 8 yaşında olduğu içindi, belki de böyle bir savaşa inanabildiği için. yada olması gerekenin bu olduğu için. hayatının bundan sonrasını bir prens olmaya çalışarak geçireceğini bilmiyordu. beyaz bir ata tutunmak bir kenara, hayata tutunacak gücü bile bulamaycaktı kendinde bundan sonra. bilmiyordu...
pelin ise her şeyden habersizdi bu sırada. belki de biliyordu herşeyi, anlıyordu ama bunu göstermek istemiyordu. farkındaydı Fikret'teki heyecanın. konuşunca, sesinin nasıl da titrediğini anlıyordu. ama korkuyordu belli ki. ya öyle değilse... istemiyordu bu sorunun cevabını bilmek. sadece dinlemek istiyordu bu kendi kendine titreyen, heyecanlı sesin anlattıklarını. bekliyordu...
hoca gelmişti sınıfa. ayten hoca çok sert olmayan ama suratsız diye tabir edilebilecek bir kadındı. ifadesiz bir suratla etrafına bakındı ve Fikret'e döndü:
- yavrum neden ayaktasın, geç arkadan sandalye al ve öne çek
-ben böyle iyiyim hocam.
bu savaşı kaybetmemeliydi Fikret. bir yandan sesinin titremesini engellemeye çalışıyor bir yandan da bir dahaki ısrara karşılık nasıl bir cevap verebileceğini düşünüyordu. iyi hesap yapmalıydı.
-oğlum hadi gitsene ayakta ders mi olur?
-hocam iyiyim ben, burda dururum, böyle, bu şekilde...
iyi gitmiyordu. ama farkında da değildi. biraz daha dik durmaya çalışıp güçlü olduğu imajını vermekle meşguldü o sırada Fikret, savaşın bittiğini anlayamamıştı...
-hadi oğlum git al sandalye seni mi beklicez, kızdırma beni...
olmamıştı. yenilmişti. hayata karşı ilk yenilgisiydi bu. neden yenildiğini anlayamamıştı, cevapları bulamamıştı. belki sadece 8 yaşında olduğu içindi, belki de böyle bir savaşa inanabildiği için. yada olması gerekenin bu olduğu için. hayatının bundan sonrasını bir prens olmaya çalışarak geçireceğini bilmiyordu. beyaz bir ata tutunmak bir kenara, hayata tutunacak gücü bile bulamaycaktı kendinde bundan sonra. bilmiyordu...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)