aametcan
11 Kasım 2012 Pazar
müzik okul mukavemet
Giriş bölümünü yazmayacağım, üşendim. Gelişme ve sonuç olacak.
her insanın tıpkı materyaller gibi bir strain değeri vardır. Fiziksel olarak, uzama miktarının orjinale olan oranı. Ben insan hayatında bunu gelişme oranı(birimi) olarak düşünüyorum.
insanlar hem müzikle hem de akademik hayatlarıyla ilgilenirken, şöyle bir yanılgıya düşüyorlar. Müzikle ilgileneyim, okulu stand by’da tutayım. Müzikle ilgilendiği, okulu pek sallamadığı hayatın daha kolay ve daha özgür olduğu yanılsamasıyla, akademik ilerlemesini durduruyor ve bunun yerini müzikteki ilerlemesiyle doldurmaya çalışıyor.
materyalin orijinal boyunu (L) bizim potansiyelimiz olarak düşünürsek, hatta uygulanan kuvveti de verdiğimiz emek olarak… ön koşul olarak, müziğe az çok yeteneği olan bir insanın(kendine bu sıfatı yakıştırabilen) müzikle uğraşmayı, akademik bir uğraşıdan daha kolay bulabileceği aşikardır. Zaten müziğe bir yeteneği olmasa, bu yola girmez. Bu kolay bulmanın ve ilk paragrafta da belirttiğim gibi, bu tarz bir hayatın daha kolay ve özgür hissettirmesi nedeniyle, “genellikle” insanlar akademik hayatta kendisine lazım olan emeğin 5 birim olduğunu düşünüyorsa ve planlıyorsa, müzikte bunu 3 birim gibi düşünürler.(not: emeği birimlerle açıklamak benim de hoşuma gitmiyor evet. Not2: sayılar farazi, sayılar konusunda bir kesinlikten tabii ki uzağım.)
şimdi açıklamam gereken bir şeylerden biri de şu; neden gelişimi strain olarak düşündüm. Neden bizzat değer olarak uzama miktarı(deflection) gelişmenin bir ölçütü değil? Gelişim dediğimiz şey aslında gayet objektif bir durumdur bence. Yoruma açık değildir. Çünkü mesela Mozart doğdunuz, gitarda iki akor vurmak sizi tatmin etmez. Bu yüzden gelişim bir orandır. Miktarla değil orantıyla belirlenebilir. İnsandan insana değişmekle beraber, dışarıdan baktığımızda nesnel bir duruma tekabül eder.
insanlar, akademik hayatlarını çok gözetmeden, müziğe verdikleri “daha az” emekle hayatlarına devam ederken, istedikleri ya da bekledikleri ya da olması gerektiği gelişmeye sahip olamazlar. Çünkü dhaa çok potansiyele sahip olduğunuz müzikte ilerlerlerken, o “oranı” tutturmak için daha çok emeğe(daha büyük bir kuvvete) ihtiyacınız var.(bkz. Hooke’s Law) sonuçta geldiğiniz noktada, “iyi” bir müzisyen olamıyorsunuz ve bu tatminsizlikle elinizde iki seçenek kalıyor. Birincisi iyi bir müzisten olmayarak hayatınızı ezik bir şekilde devam ettirmek. İkincisi geride bıraktığınız akademik yaşamdaki geri kalmışlığınızla yüzleşmek, ki ikisi de birbirinden zor durumlar.(birini yaşadım ordan biliyorum)
not: 3. Seçenek de daha fazla emek vermek ama artık steady state konumdaki sonuçtan sonrası için geçerli bir önerme bu.
ikisine birden yeterli emeği verdiyseniz en mutlu size, zoru başardınız. Ama müzikle uğraşmak daha kolay bir hayat ve daha kolay bir hedef demek değildir, bunu planlamadan, içgüdüyle sürüklenen bir hayatını sonu az çok anlattığım gibi.
deminki durum 1-D bir durumdu. Eğer ki 2-D bir durum inceleyeceksek, olayı anlamak daha kolay. (tabi bunun için analojiyi biraz değiştirmek lazım. Çünkü nasıl ki farklı yönlerdeki strain değerleri nasıl bağlantılıysa, insanın potansiyeli de farklı durumlar için bir bütün ya da alakalı olmalı). Bu durumda, eğer ki sahip olduğunuz tek bir potansiyeller bütünü ve değişik yönler varsa, zaten; farklı yönlerdeki strain değerleri denkleme farklı işaretlerle girerler. Yani bir lastiği ucundan tutup çektiğinizde boyu uzar ama yüzey alanında da bir küçülme olur. Yani potansiyelinizi herhangi bir alanda kullanırken, diğer alanlarda kesnlikle bir gerileme yaşamanız gerekir ki, bu da başta belirttiğimiz hayat tarzında mutlaka bir gerilemeye işaret eder. Örneğin, müzik konusunda yeteri kadar ilerlemezseniz, hem kötü bir müzisyen olur, hem de akademik alanda da “zaten” gerilemiş olursunuz. 1-D durumdan pek farklı bir sonuç değil.
neyse, sonuç olarak; abi zor işler bunlar, düşünmeden yapmayın. Yanarsınız.
not: giriş bölümü bunun neden aklıma geldiğiydi ki, o da şöyle oldu; avusturya arşidükü’nün bir sırp tarafınd…. Yok yok benim özeleştirilerim. Az çok biliyorsunuzdur.
18 Aralık 2011 Pazar
uyan
zavallı çocuk... yanlış kişiden korktun hep dimi? yanlış insanın izini sürdün. en çok korktuğun şimdi senin en yakının oldu farkında mısın? dünyada en yakının olduğunu sandığın şey, bir baktın en uzağında çıktı. bilemedin değil mi kime güveneceğini?hayat işte böyle dostum. öğren. uyan.
ama korkma.. mevlana'nın bir lafı vardır, bugün senin için başkası için seni terkeden, yarın senin için başkasını terkeder diye... merak etme.. onu da bırakacak. kendi yoluna gidecek. yalnız başına.. sen her ne kadar kaldıramasan da böyle olmasını, kıyamasan da, yalnız kalacak. üzülecek, çok çekecek. ve senin ah'ını aldığı için deil. hakettiği için. yok olacak.
hayat neden yaşamaya değerdir diye sorduysan kendine, kazanmışsındır kardeşim. çünkü insan sordukça bulur cevapları,inan daha güzel cevvaplar ve daha güzel hayatlar bulur. korkma
ama korkma.. mevlana'nın bir lafı vardır, bugün senin için başkası için seni terkeden, yarın senin için başkasını terkeder diye... merak etme.. onu da bırakacak. kendi yoluna gidecek. yalnız başına.. sen her ne kadar kaldıramasan da böyle olmasını, kıyamasan da, yalnız kalacak. üzülecek, çok çekecek. ve senin ah'ını aldığı için deil. hakettiği için. yok olacak.
hayat neden yaşamaya değerdir diye sorduysan kendine, kazanmışsındır kardeşim. çünkü insan sordukça bulur cevapları,inan daha güzel cevvaplar ve daha güzel hayatlar bulur. korkma
11 Haziran 2010 Cuma
it
klasik abi tavsiyesidir; "bak yavrum bir kızı istiyorsan yanındakine asılcaksın, ilgilenmeyeceksin, nasıl da köpek gibi gelecek peşinden. bir kızla ilgilenmek aslında ilgilenmemeye çalışarak sonuç verir..." keşke ilk defa duymuş olsaydım da şaşırsaydım şu duyduklarıma. tamam abi kabul ediyorum peşimden koşturdum it gibi, e abi sormuyor musunuz kendinize siz, biz insana mı aşık oluyoruz köpeğe mi?
aşk böyle oyunlarla mı elde ediliyor, çok söylüyorum son zamanlarda şu lafı, "amaç üzüm yemek mi bağcı dövmek mi?"
maksat aşık olmak değil mi, sevmek değil mi? maksat mutlu olmak değil mi? e ben peşimde hatun koşunca yada işte ben birden kıymete binince mi mutlu olucam? sizin herşeyiniz böyle, hayatınız da ilişkileriniz de, bir iktidar kavgası hep, ego doyurma sevdası...
ben yapmayacağım böyle, evet hayatımın sonuna kadar böyle üzüleceğim belki de... ve hiçbir zaman yeğenlere böyle tavsiyeler vermeyeceğim. "ben de eskiden böyle romantik aşık takılırdım, hey gibi günler" demeyeceğim. inadına aşık olacağım işte...
ben sevdiğimi söyleyemeden, gösteremeden, sıkı sıkı sarılıp içim ısınmadıkça... ne yapacağım ki öyle kadını, ne yapacağım öyle ilişkiyi?
bugün parasız kaldım, aç kaldım. ve bugün yediğim o bir simidin tadını da belki daha önce hiçbir yerde bulamamıştım. evet eksikliğini çektiğim bir şeyin, küçük bir kısmı bile beni mutlu etmeye yetti.
peki birini sevmek için onu önce sevgisiz mi bırakacağız yani? sevmek böyle mi? bu kadar mı? sevgi beklemek, aşk beklemek bu kadar büyük bir beklenti midir? illa onsuz kalmak, yalnız kalmak mı lazım sevgiyi aramak için? insan sevdiği için sevemez mi? evet soruyorum bu soruları ama kendime değil, size soruyorum.
sevdiğinizin elini tuttuğunuzda içinizin ısınması için illa da üşümeniz mi lazım yani?
belki çok dobra, belki hayali geldi kimine göre...
ben vermiyorum cevabı Leyla Tuna'dan gelsin...
"dostluğun bana yetmiyor
konuşurken düşlüyorum ellerini, özlüyorum
dokun, dokun bana
ne olur dokun
sevmek dokunmak demiştin
biliyorum sürmese de eskiye benzemese de
hala benim tek ezberim dokun bana,
ne olur dokun
dinlemek beni kesmiyor
hasreti hafifletmiyor
dokun bana gizli olsun
dokun ne olursun dokun...
alıştığım ellerinde
özlediğim sevgilimdi
oyalama dostluğunla
katlanamam buna
dokun bana, ne olur dokun.."
PS: nilüfer'den dinlemeyi de ihmal etmeyin!
6 Haziran 2010 Pazar
bölüm "on"
başkasının gözünden bakmak.. en zoru bu belki ama en çözümleyici olanı da.
"Fikret'in gözlerine baktığında ve girip o kahverengi mağaralardan baktığında karşındaki hayata. işte o zaman anlayacaksın onu. mağarada bulamayacaksın ateşi biliyorsun, ama içerisi sıcacık. soracaksın nereden geldiğini bu ateşin, bu sıcaklığın? gözlerin kamaşacak ışıktan o karanlık mağarada. o zaman farkedeceksin Fikret'in de gözleri kamaşıyor belki diye."
Fikret'in arkadaşları bunları konuşurken, tabii ki Fikret'in haberi yoktu. "çabuk çorba dolu bardağının" ısıtamadığı elinde, sıkı sıkı tutuyordu umudunu...
"insanlar kendini beğenmiş varlıklardır. kibirlilik gibi düşünmemek lazım ama.. insan kendini beğenmeden ve kendini sevmeden mutlu olamayacak kadar yalnızdır, kendisidir. işte bu yüzden en zoru ve belki de en çözümleyici olanıdır başkasının gözünden bakabilmek.
çünkü kendini görürsün her baktığında, eğer ısındıysan o manzarada ve zor gelmiyorsa artık güneşlere gözünü kısmadan bakabilmek; orada kalmalısın. o gözler de orada kalmalı, senin karşında..."
3 Mayıs 2010 Pazartesi
hepimiz seks manyağıyız
iç dökücem bu yazıda, ne Fikret'in macerası olucak, ne hayata dair aforizmalar. artık kimseye söyleyecek birşeyim kalmadı. öyle bir yerdeyim ki, bütün sözler söylendi. hiç bir laf hiç bir şeye etki etmez oldu hayatımda. bu yüzden kendi sorumluluğumdaki salaklığım ve (neyseki) müdahale edemediğim, uzanamadığım denklemlerin çözümleriyle beraber, sessizce oturuyorum ekranın karşısında.
"çok yalnızım be atam.." diyorum mütemadiyen. hiç birşey konuşamayacak olmanın yalnızlığı bu. sanırım hayatımda hiç böylesini yaşamamıştım. içimdeki umudu nasıl koruduğumu soruyorlar, bilmiyorum. hatta ben bile soruyorum bazen kendime, nasıl yapıyorum acaba diye. şimdi bütün olumsuzlukların üstüne eklenen, "susmak zorunluluğu" da geliyor üstüme. aslında konuşmamı yasaklayan yok. ama konuşmaların hiç bir boka yaramayacağını bilen bünyem, artık cümle kuramaz oldu. bu haldeyken nasıl taşıyorum bu umudu?
kimi zaman aynanın karşısına geçip, kendi kendime konuşayım diyorum. o bile anlamsız... kendime bile söyleyecek sözüm yok...
peki ya bu ısrarcılığım ne olacak? her şeye durmak bilmeden, yorulmadan verdiğim bu aptalca tepkilerim. neden bilmiyorum hayırın ne demek olduğunu? hani çok akıllı filandım? belki de hayatımda hayır diyemedim hiç, o yüzden zorlanıyorum bu basit kelimenin manasını öğrenmeye çalışırken. dinlemiyorum hayırı. iyi birşey mi kötü birşey mi onu da bilmiyorum. bence insanlar hayır demez çünkü, dememeliler. çünkü ben demem. çünkü ben seviyorum. kendimi ve herkesi...
düşünebilecek kadar kendimde olduğum zamanlarımda(şu sıralar pek nadir) soruyorum kendime, insanlar neden sevmiyor diye. bu kadar zor mu birini sevmek? bu kadar korkulası mı? neyden korkuyor ki bu kalabalıklar? koşmaktan mı, yorulmaktan mı? zaten öldüğümüzde koşamayacağız bir daha, bu bezginliğin, isteksizliğin sebebi nedir?
neden garipseniyor benim umutlarım...
neden garipseniyor benim umutlarım...
neden garipseniyor benim umutlarım...
neden garipseniyor benim umutlarım...
neden garipseniyor benim umutlarım..
hepimiz seks manyağıyız... nasıl da seviyoruz hayatlarımızı sikmeyi! neyi inkar ediyoruz ki boş yere? zor mu bu kadar karşındakinin gözlerine bakabilmek? hani dürüstlük, cesaret? bak işte, al karşına bak gözlerine! götün yiyorsa konuş hadi şimdi, söyle o ezbere sıraladığın cümleleri aynı cesaretle! aldanmışlık işte budur... karşındakini siktim sanarsın da, kendini becermişsin haberin yok bea!
bi çift laf da arkamdan iş çeviren o yılana gelsin... nasılsa bunu okuyan kimse alınmaz, zaten yılanlar da okumaz... sen ne göt herifmişsin yaa...
evet ben sabırsızım, annemin karnında bile duramamışım!
ben doyumsuz değilim, ama güzel olanı istemekten de bıkmam!
sevgini verirken karşılık beklemeyeceksin... şimdi bunu her okuyan "yaa yaa evet" diye kafasını sallamıyorsa ne olim.. ama sevgini istemeyeni ne yapacaksın? karşılık beklemek değil bendeki, kabul beklemek... ulan ne garip geldi diil mi? bana da öyle gelmişti, alıştım artık.
"istememek: bir şeye karşı arzu duymamak.
sevmemek: bir şeye karşı sevgi ve bağlılık duymamak.
sözlüklerden arar oldum anlamlarını, düşün işte o kadar istemiyorum konuşmak, soramıyorum kimselere..."
hadi şimdi bir bira daha aç ahmet... yeter sana bu kadar kendin olmak... kaç kendinden, kaç da kurtul...
17 Nisan 2010 Cumartesi
don kişot
gerçek bir kavga veremeyecek kadar korkak kalbim. çünkü "ben" olmaya çalışırken "sen" oldum. elimde tahtadan kılıcım ve süpürgeden atımın üstünde, benim yaratmadığım ve benim dokunamadığım savaşların içindeyim. tahta silahlarla da olsa, gerçek hayallerin peşindeyim...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)